Kentsel Alanlarda Yapılaşma ve Nüfus Yoğunluğu Etkileri

Korunan Alanların Tespit Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelikte 16 Mart tarihinde bir değişiklik gerçekleştirildi. Korunan alanlarda yapılabilecek faaliyetler genişletildi ve koruma ilkelerine aykırı olarak yeni faaliyetler tanımlandı. Bu düzenlemeler, hayvancılık, bitki üretimi, doğal kaynak suyu kullanımı, kültür balıkçılığı ve hatta madencilik ve entegre tesis faaliyetlerini; içme suyu amaçlı baraj ve gölet yapımı, iskele, zorunlu teknik altyapı uygulamaları gibi yapılaşmaları içeriyor. Düzenlemelerin, önceki deneyimlerle birlikte kamuoyunda tepki çekmesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bir açıklama yayımlandı.  Açıklamada, izin verilen faaliyetlerin mevcudiyetine rağmen korumanın arttırıldığı dayanaksız olarak ifade edildi. Ayrıca, 3. Derece Doğal Sit alanı olan Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanlarında yapılan değişiklik hakkında, faaliyetlerin düşük yoğunluklu olması gerektiği, metinde bulunan yerleşim ifadesi yerine eklendiği ve korumacı bir yaklaşım getirildiği belirtildi.

Değişiklik öncesinde de Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanlarının düşük yoğunluklu olması gerektiği Yönetmelik metninde zaten mevcuttu. Bununla birlikte yerleşim yeri ifadesi de açıklamanın aksine değişiklikte iptale konu olan bir kavram değil. Bu alan hakkında önemli olan madencilik ve entegre tesis faaliyetlerine izin verilebileceği yönünde yapılan değişikliktir. Ancak Bakanlığın “düşük yoğunluk” ifadesinin yeni eklendiği açıklamasını kabul etmemiz halinde bile bu durumun korumayı arttırdığı iddiasını kabul etmemiz mümkün değil.

Bir süredir yüksek kat eleştirisi ve düşük katlı yapılaşma romantizmi, yine paralel biçimde yüksek yoğunluk eleştirisi ve düşük yoğunluğa övgüler bizzat karar alıcılar tarafından ortaya atılarak savunulmakta. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ana akım tartışma ortamında bilimsel yaklaşımları kerteriz alınmadığı için işbu infografiği hazırlama ihtiyacı duyduk.

1.Düşük yoğunluk ve yüksek yoğunluk öncelikle bir spektrumun iki ucu. Her kentin, her farklı ölçekte yerleşimin kendi düşük yoğunluğu ve yüksek yoğunluğu farklıdır.

2.Yoğunluk dediğimiz olgu farklı tanımlara sahip. Düşük yoğunluklu tanımı yaşayan nüfus yoğunluğu mu? Örneğin bu durumda otellerin ve pansiyonların yoğun olduğu bir kent merkezi ya da yapıların çoğunun kamu kurumu olduğu Kızılay çok düşük yoğunluklu bölgeler. Düşük yoğunluk ile kast ettiğimiz yapı yoğunluğu ise eğer, Ayder Yaylasını rezil biçimde yapılaşmaya açan dokunun da epey düşük yoğunluklu olduğunu hatırlatmak gerekir. Benzer biçimde İstanbul’un Kuzey Ormanlarını traşlayarak kendine yer açan villa siteleri de düşük yoğunlukludur.

Başka bir deyişle düşük ya da yüksek yoğunluk ifadeleri, kentleşme ve şehircilik açısından bir bağlama oturtulmadan, tekil olarak, olumlu veya olumsuz anlamlar ifade etmemekteler. Gündelik hayatımız, kullandığımız mekanlar ve şehirler için, yerine, coğrafyasına, biçimine göre ikisine de olumlu ya da olumsuz anlamlar yüklenebilir. Dolayısıyla Yönetmelik değişikliği ile izne konu olacak yapılaşma ve koruma ilkesiyle bağdaşmayan faaliyetler bir yana düşük yoğunluk iddiaları da gerçeği yansıtmamaktadır.

Bu yayını paylaş